Her yeni güne uyandığımızda temenni ve umutlarımız gün içerisindeki kargaşadan çok fazla etkilenmeden akşam evimize huzurlu varabilmek değil mi?
Başımızı yastığa koyduğumuzda dinlenebilmek, uykuya rahat dalabilmek neredeyse artık her yaşın en büyük arzusu haline geldiği bir zamandayız.
İnsanlar kendi güvenlikleri adına feodal düzene geçmeye başladıkları zamandan bu yana aslında ilk olarak hürriyetlerini feda ettiler, öyle ya birlikte güven içinde yaşamında bir bedeli olacaktı.
Şehir hayatının oluşmasıyla kalabalıklaşan çevremizde konfor ve rahat yaşam da eklenince çağın rahatsızlığı stres zamanla insanlardan ayrılmaz bir duygu oldu.
Daha çocuk yaşta tanıştırdılar stresle bizi, eğitim sistemine bolca koydular gelecek kaygısı adına.
Anne ve babamız verdikleri ve veremedikleriyle ister istemez alıştırdılar bizleri, akrabalarımızın beklentileri, sınıf arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz servisi çeken şoför abimiz velhasıl elbirliğiyle yoğrulduk stresle.
Artık yeni düzen içerisinde bizler doğduğumuz günden ölene kadar geçen zaman içinde stres ile geçen yaşantımızda ne yediğimizden tat alabiliyoruz nede dinlenmek için yattığımızda uykunun rahatlığına tam olarak varabiliyoruz.
****
Özellikle orta yaş kuşağında sık sık özlenen bir duygu haline gelen geçmiş yaşantımıza olan özlem, beklentilerimizin aksine akıp giden zamanın içinde geri dönülemez şekilde uzaklaştığımızı göstermekte.
Beklentilerimizin doyumsuz, umutsuz bir paranoya haline dönüşmesindeki bu düzen, sadece insanlar üzerinde de değil oluşumu 4,5 milyar yıla dayanmış olan dünyamızı bile çok kısa bir zaman diliminde geri dönülmez şekilde yaralamış küresel ısınma başta olmak üzere başımıza pek çok bela açmıştır.
Çok değil dünya üzerindeki yaratılışımızın üzerinden ilahi dinlere göre en çok 10-12 bin yıl evrim inanışıyla araştırmalarını yapan bilim insanlarına göre ise 200-250 bin yıl geçmiş olmasına rağmen insanoğlunun dünyayı bu kısacık süre içerisinde mahvetmesine yeterli olmuştur.
Dinozorların dünya üzerinde 150 milyon yıl yaşayıp Ekolojik dengeye zarar veremediği bir gerçekse biz insanoğlunun bu kısacık yaşamımızda yaptıklarımızın izahı ne olabilir.
Bitmeyen isteklerimiz ve aç gözlülük olabilir mi?
Özellikle de sanayi devrimiyle insanlar doğayı ve dünyayı çok kısa bir sürede 1760 yılından bu tarafa geçen 260 yıl içerisinde adeta hallaç pamuğuna çevirdiler.
Peki, nerde hata yaptık, neydi bizi ve dünyayı bu denli karmaşanın içine sokan neden?
****
Sanayi devriminin gerçekleştiği yer ilk olarak İngiltere coğrafyası oldu, ardından Avrupa’nın diğer büyük ülkeleri ve Amerika başı çekti.
İnsani değerlerin çöktüğü bu ülkeler nasıl oldu da bu denli zengin ve bu denli açgözlü oluverdiler.
Geçmiş sicili bir hayli bozuk olan Avrupa ki kadınları cadı kedileri ise şeytan diye yakan, temizlik gibi dertleri olmayan sokaklara dışkılarını döken, cennetten inananlara arsalar satan, türlü katliamlara ki özellikle tarihte bilinen en kanlı ve vahşi olanı Kudüs’ün ( 15 Temmuz 1099 ) haçlılar tarafından işgalidir.
Gücün ve mevkiinin kullanmasını bilmeyenlerin ellerine geçtiğinde olacakların nereye varacağını
artık bilmek için kâhin olmaya gerek yoktu.
Osmanlının Akdeniz’e hükmettiği zamanda özellikle de Kanuni Sultan Süleyman Akdeniz’in tüm ticari yollarını kontrolü altına alınca çareler arayan batı, özelliklede İspanya ve Portekiz’in denizlerdeki donanmaları sayesinde hepimizin de bildiği gibi bilmeden tamamen tesadüfe dayalı Amerika kıtasını buldular.
Kıtanın tüm zenginliklerini zaman içerisinde ülkelerine akıttılar. Bu ülkelere İngiltere ve Hollanda da katılarak Altın, gümüş ve diğer değerli maden ve köle ticareti sayesinde muazzam oranda zenginleştiler.
Artık dünyada lokomotif ülkeler batı, sonraki dönemlerde Amerika idi.
Doğanın kanunu gereği güçlenen dünya üzerinde hâkimiyeti ele aldı, paylaşma konusunda aç sırtlanlar gibi saldırdılar yetinmediler aç gözlülüklerinden iki dünya savaşına girdiler. Milyonlarca masum insanı katlettiler.
Olmadı sömürdüler, doymak nedir bilmediler daha çok zenginleşmek uğruna gözleri ne insan gördü ne başka bir canlı ama o kadar ileri gittiler ki üzerinde yaşadıkları dünyanın doğasını sömürmekten çekinmediler.
Evet hepimiz Adem (a.s ) peygamberin çocuklarıyız, ama bir gerçek unutulmamalı çocuklarından biri Habil bir diğeri de Kabil’di!
Sonuç ortada.
Ama şimdi itiraz edip bazı Müslüman saydığımız ülkelerde bu işin içinde diyebilirsiniz.
Şu an bulunduğunuz yerden o Müslüman ülkeleri yönetenlere şöyle dikkatlice bir bakın ne göreceksiniz, göremediniz mi?
Ben bu ayrımı yapamayanlara yardım etmeye çalışayım o vakit. Hz. Davut zamanında ‘Eyle’ denilen şehirde yaşananlara benzetiyorum bu durumu. Balık avlanmaları haftanın bir Cumartesi günü yasaklanan yöre halkından bir kısmının yasağa uymayıp balık avına çıkması ve Yaradan’ın yasağa uymayanları maymuna dönüştürmesidir.
Evet, insana benziyorlar yaşantıları, giyim kuşamları coğrafya olarak İslam yaşantısı üzerindeler ama akıl ve vicdan olarak içi boşaltılmış bir topluluktan başka koşulsuz efendilerine ( batı ) benzemeye çalışan ve emirlerinden çıkmayan maymun olmasa da kuklalardır bunlar.
Bu ne iftiradır nede duyduğum bir husumet, görmesini ve bakmasını bilene sunulan bir gerçek, bir doğru.
****
Peki, şimdi ne yapmalıyız diye sorusu olanlara cevabım mucizelerde, peri masallarında saklı değil elbette.
Pek bildik bir hikâyedir.
Padişahın biri yanındakiler ile gezintiye çıktığında karşılaştığı yaşlı bir adamın bahçesine fidan dikmesini görmesiyle oluşan diyalogdaki gibi.
Padişahın ihtiyar köylüye hitaben ‘diktiğin bu fidanların meyvesini yiyemedikten sonra niye dikersin’ demesine köylünün cevaben.
– Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yiyorsak, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer.
Cevabı ne kadar anlamlı ve manidar ise benimde sizlere cevabım da o ölçüdedir.
Şu an yaptıklarımız ve yapacaklarımız ileride bizler görmesek bile sabır ile insanlığın ve Dünya’nın tekrar yaşanabilir bir yer olması açısından çok önem taşımaktadır.
Allah ( C.C) bu uğurda hayatlarını hiçe sayanlara Âl-i İmrân Suresi - 195 . Ayet’inde diyor ki.
Rableri onların dualarına şöyle karşılık verir: "Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun -ki birbirinizden meydana gelmişsinizdir- sizden bir şey yapanın emeğini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim. And olsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Şüphe yok ki nimetin güzeli Allah’ın katındadır!"
Benim bu ilahi sözler üzerine yapabileceğim tek yorum.
AMİN.