Nurgül Hanım evliydi ve ergen yaşlarda biri kız biri oğlan iki çocuğu vardı. Kocasından çok dertleniyordu. “Beni anlamıyor, sert ve kırıcı davranıyor” diyordu. Zaman zaman ayrılmaya karar veriyor, ancak bir türlü harekete de geçemiyordu. Bazen daha ileri gidiyor ve “Hatta öyle ki keşke ölse de rahat etsem diye düşündüğüm de oluyor.” diye de ekliyordu.
Aradan epey süre geçti, tekrar gördüğümde, “Kıymetini bilememişim eşimin” diye söze başladı. Meğer beyefendi koronaya yakalanmıştı ve nefesinin daralması üzerine hastaneye kaldırılmış, orada da yoğun bakıma alınmıştı. “20 gündür de bilinci kapalı ve uyutuluyormuş” dedi. Bunları anlatırken Nurgül hanımın gözleri buğulanmış, gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. “Ben ondan çok şikâyetçiydim ama şimdi anlıyorum ki o evimizin güvencesi ve temel direğiymiş. Onun iyi yönlerini nedense görmemiş, görmek istememişim.”
“Meselâ neler anlatırsınız?” diye sorduğumda anlatmaya başladı:
“Her akşam sen gündüz yemekle, ev işleriyle, çocuklarla uğraştın deyip çayı o demler ve bizzat kendisi servis ederdi. İtiraf edeyim kumarı, içkisi, kaba kuvvet uygulaması yoktu. Akşam kahvehane gibi yerlere takılmaz eve gelirdi. Çocuklar ondan çekinirler, davranışlarına çeki düzen verirlerdi. Şimdi iki ergenle nasıl baş ederim bilemiyorum. Sinirli de olsa akşamları sohbet eder, çay içer meyve yerdik.
Sonra kazandığını bizim için ailesi için harcardı. İktisatlı adamdı. Ailesini kimseye muhtaç etmeden geçindirirdi. O ölürse ben ne yaparım bilemiyorum. Rabbim ona ömür versin diye dua ediyorum. Ondan gelecek problemlere razıyım, artık şikâyet etmeyeceğim.”
Evet, Nurgül Hanım eşinin kıymetini anladığını söylüyordu. “Lütfen yazın bunları, herkesin eşi koronaya yakalanabilir ve ölebilir. Bu duruma düşmeden eşler birbirlerinin kıymetini bilsinler, birbirlerine daha çok sarılsınlar” diyerek evlilere tavsiyelerde bulundu.
Aradan bir süre geçti. Nurgül Hanım ağlayarak aradı. Hıçkırıklar ağlamaya karışıyor, sesinden çok üzüntülü olduğu anlaşılıyordu. Nurgül Hanımın karantinadaki eşi korona virüs salgınından vefat etmişti. Gözyaşlarına boğularak anlatıyordu:
“Biz onunla 25 yıllık evliydik. 2 çocuğumuz var. Zaman zaman beni anlamadığını düşünürdüm. Acaba beni seviyor mu sorusu aklımdan sık geçerdi. Hele son yıllarda her hareketi bana batar olmuştu. Ayrılmayı bile aklımdan geçirir olmuştum. Yani soğuduğumu hissediyordum eşimden. Sanki o hayatımda olmasa daha mutlu olurum gibi geliyordu bana.
Şimdi ise aniden onu kaybettim. Koronaya yakalandı ve bir hafta içinde hastanenin yoğun bakım servisinde can verdi. Benimle görüştürmediler. Sonra cenazesini de göremedim. Bulaşıcı hastalığı olduğu için kurallar böyleymiş. Birkaç aile dostu ile mezarlıkta cenaze namazı kılındı. Sonrasında ise onu göremeden toprağa verildi. Şimdi 25 yıllık eşim kara toprağın altında yatıyor.
Hala onun öldüğüne inanamıyorum. Kendimi yalnız ve tek hissediyorum. Hâlbuki o benim dayanağım, güç aldığım direğimmiş. Şöyle bakıyorum da o kadar güzel hasletleri de varmış. Bugüne kadar bu gözle görememiş, farkına varamamışım.
En başta rahmetli kocam evine bağlıydı. Çalışır, kazandığını evine bizlere harcardı. Beni çalıştırmadı. Aç susuz bırakmadı. Bir şey istediğimde bütçemiz uygunsa alırdı. Yoksa da kırmadan ileride inşallah derdi. Sonra her yere götürdü beni. Gezdirirdi, pikniğe götürürdü. Memleketine yalnız giderdi, o da benim kaynanamın yanına gitmekte soğuk davrandığım için zorlamazdı.
Hep bana iyi davranırdı. Hakaret etmez, aşağılamazdı. Benim ilgisiz durduğumda bile itiraz etmez, terslemezdi.
Sonra içkisi kumarı yoktu. Bazen arkadaşlarıyla görüşürdü ama evini ihmal etmeden bunu yapardı.
Ben ise neden romantik değil, neden bana daha sıcak davranmıyor diye ona kızardım. Şimdi ise kendime kızıyorum.
İki ergen çocukla nasıl baş ederim ben? Onları nasıl dizginler, kendilerini geliştirmeleri için tek başıma nasıl yetişirim?”
Aysel Hanım hıçkırarak ağlamayı sürdürdü. Ve sözlerine şunları ekledi:
“Keşke başımda olsa da kıymetini bilseydim. O kadar pişmanım ki. Bütün evlilere, kadın olsun erkek olsun seslenmek istiyorum: Lütfen eşinizin kıymetini bilin. Onun eksilerini değil artılarını düşünün. Hoşunuza gitmeyen yönlerini değil de faziletlerini, size yaptıkları güzellikleri, size yaşattıkları mutlulukları ön plana çıkarın. Bu adamın bana hiç mi iyiliği olmadı diye kendinize sorun ve gözünüz öncelikle onları görsün. Daha mutlu, daha huzurlu olmanın yollarını arayın.”
Ne dersiniz, Nurgül Hanım haksız mı?
Prof. Dr. Sefa SAYGILI
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Psikoloji Bölüm Başkanı